Zemin de ki ahşabın deseni, halının renkleri, camda ki perdenin gün ışığına düşen gölgesi…
Odanın her bir yerine göz gezdiriyordu. Küçücük hafızasına kaydolduğunu bilmeden. Sedirin oylumlarına takıldı, gözleri ile takip ediyordu simetrik kesimi. Süt kahve kumaşa koyu kahve ile işlenmiş kanaviçeyi.
Kucağında yeni doğmuş bebeğini emziren kadının oturduğu yerde perspektifi kaydı. Kadına çevirdi bakışlarını. Bebeğinden gözlerini alamayan kadına.
Bir anda kadının bakışları kendi üstüne çevrildi. Ahşap bir merdiven gıcırdıyordu aynı anda.
Kadın bakışlarını üstünden hiç ayırmadan yüksek sesle konuşmaya başladı.
-Bunu al götür buradan, annene ver o baksın. Kucağımda ki bebekle mi uğraşacağım yoksa bununla mı? İstemiyorum, dedim sana.
Tekrar bakışlarını kucağında ki bebeğe çevirdi.
Adam henüz iki yaşına yeni basmış olan çocuğu aldı kucağına. Vapurun kalkmasına az bir zaman kalmıştı. Yetişmek için acele etti.
Hızlı adımlarla bindiği vapurun güvertesine çıktı kucağında çocukla. Yere bırakmadan öylece sıkarak sarılıyordu.
Kırmızı ojeli, uzun yeşil elbiseli kadın yanına yaklaştı.
-Üşüteceksiniz çocuğu, üstünüzde ki ceketi sarınız.
Adam, çocuğu yere bıraktı, ceketini çıkarıp üstüne sardı.
Şimdi daha iyi görüyordu upuzun elleri ve kırmızı ojeye boyanmış tırnakları.
Kadın yere eğildi, çocuğu kucağına aldı, boynunun altına koydu başını, içine kokusunu çeke çeke sevdi.
-Zeytin gözlüm, ne güzelsin sen.
Çok uzun süre denizin üstünde kalmaktan sıkılan çocuk bir ara ayakkabısını çıkarıp, denize fırlattı. Bu onun ilk asi tavrıydı. İlk başkaldırışı. Annesi olduğunu bildiği kadın onu babaannesine gönderiyordu.
Babası hiç sorgusuz itaat etmişti.
Yine kırmızı ojelere takıldı gözü, bu defa kadının kucağında değildi, ayakkabısını attıktan sonra içeri geçmişlerdi. Kadın yanaklarına dokunduğu an da koşarak alt merdivenlere doğru gitti çocuk. Korkunç bir gürültü vardı artık susmasını istiyordu. Kulaklarını kapattı. Bu ona yetmedi gözlerini de yumdu.
Sabah, yer yatağında uyandı. Alnında sarılı bir bezle. Ne olduğunu anlamadı. Fakat çıkarmak için de uğraşmadı. Hemen yanında duvarın içinde bir dolap, onun yanında bir şömine, tahta tavan, kilitte kocaman bir anahtar duran kapı ve küçücük de bir cam vardı. Yer toprakla sıvalıydı. Ortada bir kilim. Bembeyaz duvarlar.
Kapı açıldı, babaannesi girdi. Yanına doğru geldi kollarını uzatıp bir hamle de kucakladı. Başına dokundu;
– iyi misin ? Geçti mi başında ki ağrı?
Hatırlamıyordu. Başı mı ağrımıştı. Ne kadar zamandır uyuyordu çocuk olduğundan bu kavramlara yabancıydı. Acıkınca yemek yemek istiyor, uykusu gelince uyuyordu. karanlık çöktüğü gibi değil, uykusu gelince.
Babaannesi kucağında salona taşıdı. Yüksekçe bir minderin üstüne oturttu. Başını, kollarını, bacaklarını, ayaklarını sıra ile ovdu bir şeyler mırıldanarak. Bir ritüel edasında. Avuçlarını birleştirdi başından, ayak ucuna kadar gezdirdi.
-Az sonra geçer
dedi.
Bir bardak sütü eline tutuştururken.
Sütü içti, çok ta sevdi
– Bir tane daha
dedi
Hemen bir yenisini doldurup uzattı babaanne.
Babasını soracak oldu ama vazgeçti belli ki onu bıraktığı gibi geri gitmişti.
Babaanne elinden tuttu, bahçeye çıkardı. Burada oyna, burası senin bahçen.
İki katlı ahşap bir yapının önündeydiler. Ön tarafta topraktan yapılma başka bir yapı, aynı bahçenin solunda daha da büyük başka bir yapı daha vardı. Kocaman bir ağacın gövdesi duruyordu iki katlı ahşap yapının yanında, hemen önünde mermerden bir su yalağı. Ağaç gövdesi ile ahşap yapının arasına sığabileceği kadar bir alan buldu. Yere oturdu ve gözlerini kapattı.
Bu tüm her şeyden kaçtığı, yeni yeriydi artık. Gözlerini elleriyle de kapatıp, sıkı sıkı bastırdı. Sarı, mor, tam ortası siyah, bir sürü halka belirdi gözlerinde. İyice bastırmaya başladı. Şimdi daha da netti tüm şekiller. Mandala deseni gibiydiler ve hareket ediyorlardı az sonra sesler duymaya başladı. Boşluğun sesi, sadece bir uğultu.
Bu alanı çok sevdi. Kendi ile kalmaya, istediği zaman istediğini yapmanın özgürlüğünü çok sevdi. Bir de babaannesinin şifacı ritüellerini, gece anlattığı masalları. Uykusu gelsin diye anlattığı masallar uzadıkça uzuyordu. Dinlemekten asla bıkmadı. Her gece
her gün aynı masalları tekrar tekrar anlattırdı. Hepsini ezberledi ama yine de anlattırdı.
Gece yarısı ancak uykuya dalıyordu. Ertesi gün öğlen uyanıyordu. Gece dinlediği masalı anımsatıyor, bu masalda kaldın diyerek, babaannesine anlattırmaya koyulurdu.
Babaanne masal anlatmayı seviyordu, o dinlemeyi. Gözlerini sıkı sıkı kapattığı yere gidiyor, saatlerce oturuyor, renkleri izliyordu. (Devam Etsin Mi?)
kesinlikle devam etsin. Merak uyandırıcı..
Teşekkürler, Renklere İlk Yolculuk 2 başlığı altında bir yenisi daha geldi
Devam etmeli hayat gibi Bi kere başladı mı sonuna kadar gitmeli